bugün

entry'ler (45)

gelişim psikolojisi

gelişim psikolojisi sadece bebeklik ve bunu izleyen çocukluk ile ilgili değildir. anne karnından ölene kadar tüm yaşamı kapsayan bir süreçtir. gelişim ile ilgili çok sayıda psikoloğun teorileri mevcut ve alanda öğretilmektedir.

(bkz: cognitive development) dendiğinde aklımıza gelen j. piaget, bu gelişim sürecini 4 aşamada incelemiştir.

ilki (sensorimotor stage) denen doğum ile 2 yaş aralığını kapsayan duyusal motor aşamasıdır. burada bebekler duyusal deneyimlerini motor hareketler ile birleştirerek çevreyle etkileşim haline geçerler. (bir kısım felsefeci de aslında varlık sorununun bu evrede oluşmaya başladığını, en azından fakültedeki felsefe hocam, öne sürüyor.

8 ile 18 ay arasında nesne sürekliliğinin kazanılması gerçekleşir. kişi sürekliliğinin kazanılması nesne sürekliliğine bağlıdır. nesne sürekliliği kazanamayan bebekler, bir nesne görüş alanından çıktığı an onun yok olduğunu sanırlar. mesela, bebeklerin "öcü-ce ee" oyununda karşısındaki kişi yüzünü kapattığında artık onu göremediği için yok olduğunu düşünüp ağlamaya başlıyorlar. (yani object permanance dediğimiz nesne sürekliliği henüz oluşmamış.) ama nesne sürekliliği oluşan bebekler, o kişinin ellerin arkasında olduğunu bilip oraya odaklanıyorlar.

ikinci aşama (preoperational stage) dediğimiz 2-7 yaş arasını kapsayan "işlem öncesi" aşamasıdır. piaget bu dönemi ikiye ayırmaktadır. sembolik işlem dönemi (2-4 yaş) ve sezgisel işlem dönemi (4-7 yaş)

sembolik işlem aşamasında çocuklar basit problemleri çözmek için kelime gibi sembolleri veya zihinsel imgeleri kullanmayı ve orada olmayan nesneleri düşünmeyi öğrenir (hayali arkadaşa sahip olduklarını iddia ederler.) bu sembolleri oyunlarında ve konuşmalarında kullanmaya başlarlar ve dilleri gelişir. tabii bu aşamada animistic thinking (cansız varlıklarla canlıymışçasına konuşmaları), egocentric thought(ben-merkezci düşünce/dünyanın merkezinde kendileri varmış ve onun bildiği her şeyi başkaları da biliyormuş gibi düşünürler. egocentrizm yüzden çocuklar oyun oynarken hep kendi istedikleri gibi oynamak isterler.)

sezgisel işlem aşamasında, çocuklar mantık kurallarına uygun düşünmek yerine sezgilerine göre hareket ederler. sezgileriyle bazı basit problemleri çözerler ancak nasıl çözdün sorusunu açıklayamazlar. piaget bu yaş dönemindeki çocukların sanki her şeyi biliyorlarmış gibi cevap vermelerine sezgisel düşünme demektedir.
sezgisel dönemde korunum ilkesi henüz gelişmemiştir.

bu dönem çocuğun hem fiziksel eylemlerin hem de zihinsel işlemlerin tersine çevrilebileceğini kavrayamamaktadır. örnek verecek olursak ince uzun bardaktaki sütü fazla bulduğu için içmek istemeyen çocuğun sütü kısa geniş bir bardağa boşaltıldığında sütün azaldığını düşünüp içmesi.

üçüncü aşama, 7-11 yaş arasını kapsayan concrete operational stage yani somut işlemler aşamasıdır. bu aşamada çocuklar somut nesneler ile ilgili çeşitli mantıksal ve zihinsel işlemler gerçekleştirebilirler. conservation yani korunum ilkesi yavaş yavaş oturur. ancak soyut düşünce tam olarak gelişememiştir. piaget’in bilişsel gelişim kuramına göre somut işlemler dönemindeki çocuklar, hızla bilişsel işlemlere sahip olmakta ve bu yeni ve önemli becerilerini, gördükleri, duydukları, veya herhangi bir şekilde tecrübe ettikleri objeleri düşünmekte kullanmaktadır. işlem öncesi dönem ve somut işlemler dönemi karşılaştırıldığında temel farklılık, çocuğun kendi başına zihinsel işlemler yapabilir duruma gelmesidir. bu, onun görüşleri sıraya koymasına, parçalara bölerken bütünü hatırlamasına ve bu faaliyetleri kendi orjinal ifadesine dönüştürmesine işaret eder.

özet olarak bilişsel gelişim kuramına göre bu dönemde çocuklar somut problemlere mantıklı çözümler üretebilmektedirler. bu çözümlerde korunum kanunlarını rahatlıkla anlayabiliyor olmaları, sınıflama ve sıralama gerektiren işlemlerde zorlanmamaları önemli rol oynamaktadır.

dördüncü ve son aşama ise 11+ yaşı kapsayan formal operational stage denilen soyut işlemler aşamasıdır. bu evrede çocuk bir yetişkin gibi çok yönlü, soyut ve analitik düşüncemeye başlar. çocuk bir problemi çözmek için farklı hipotezler kurar ve problemlere analitik çözümler bularak çözüme ulaşmaya çalışır. ‘eğer ben bunu ve bunu yaparsam, böyle sonuçlanacaktır’ şeklinde düşünür, sonra haklı olup olmadığını araştırmak için deney düzenler.

gelişim psikolojisinin diğer teorilerinden biri de alman psikanalizci erik erikson'un psikososyal gelişim kuramıdır. erikson'a göre 8 aşamadan oluşmaktadır. kişinin kendilik duygusunu veya özkimliğini,başkalarıyla ilişkilerini ve kişisel etkileşimlerde önemli olan sosyal becerileri nasıl geliştirdiğini tanımlar.
kısaca aşamalar şu şekildedir.

1-temel güvene karşı güvensizlik (0-1 yaş) güven x güvensizlik
2-özerkliğe karşı kuşku ve utanç (1-3 yaş) özerklik x kuşku ve utanç
3-girişimciliğe karşı suçluluk (3-6 yaş) girişimcilik x suçluluk
4-başarıya karşı aşağılık duygusu (6 yaş- ergenlik dönemi) çalışma ve başarılı olma x aşağılık duygusu
5-kimlik kazanımına karşı rol karmaşası (ergenlik) kimlik x rol çatışması
6-yakınlığa karşı yalıtılmışlık (17-40 yaş) yakınlık x yalıtılma
7-üretkenliğe karşı durgunluk (40-65) üretkenlik x durgunluk
8-üretkenliğe karşı durgunluk (65+) ego bütünlüğü x umutsuzluk

3. teori ise freud'un psikoseksüel gelişim kuramıdır. freud kuramında gelişimi etkileyen en önemli dürtüyü “cinsellik” olarak ele almıştır.
kişinin cinsel duygularla ilgili vücut bölgelerinden keyif aradığı 5 farklı gelişimsel aşamadır. freud bir bebeğin ilk beş yılının sosyal gelişim ve kişilik gelişimi açısından en önemli yıllar olduğuna dikkat çekiyordu.

freud psikoseksüel ihtiyaçların tatmin edilmesi esnasında çocuk ve anne-baba arasında meydana gelen etkileşimin örn: emzirirken ya da tuvalet eğitimi esnasında çocuğun sosyal gelişimini ve gelecekteki sosyal etkileşimlerini önemli derecede etkilediğine inanıyordu.

1-oral stage (0-18 ay)
bebeğin keyif arama güdüsünün ağza odaklandığı bir dönemdir. bu dönemde ihtiyaçları aşırı karşılanan ya da eksik bırakılan birey yetişkinliğinde birtakım sorunlar yaşar: sigara, tırnak yeme gibi bağımlılıklar, oburluk, takıntılı olma bu dönemde yaşanan bazı saplantılı davranışlardır.

2-anal stage (18 ay - 3 yaş)
süperegonun gelişmesinin başlangıcı ilk bu dönemde gözlenir. yaklaşık 1.5 ve 3 yaş arasında gerçekleşir ve bebeğin keyif alma güdüsünün anüse ve onun dışkı çıkarma işlevine odaklandığı bir dönemdir. bu dönemde yapılan hatalar sonucu ortaya çıkabilecek davranışlar ise şöyledir: aşırı düzen, aşırı dağınıklık, aşırı titizlik ve kararsızlık.

3-phallic stage (3-6 yaş)
cinsel ayrılık ve cinsiyet farkları ilk bu dönemde öğrenilir ve çocuğun ilgisi cinsel organına yönelir. onu keşfeder. bu dönemde çevreden uygun rol model araştırmasına girilir ve ilk cinsel arzular gelişir.
fallik evre ile ilgili bilinen en önemli saplantılar odeipus ve elektra kompleksidir.

oedipus kompleksi'nde erkek çocuğun annesine olan aşkından ötürü babasını kendisine bir rakip görmesi, bu nedenle de babasını kıskanması yunan mitolojisi'nde babasını öldürüp annesiyle birlikte olan oidipus'tan adını alır. bu dürtüye engel olmazlarsa babası tarafından hadım edileceğini düşünür erkek çocukları.

elektra kompleksi ise, kız çocukların babalar ile olan ilişkileri tanımlayan şekline deniliyor. elektra kompleksine göre kız çocuğun babaya olan hayranlığı ve aşkı dolayısıyla annesinin babasıyla olan ilişkisini ve annesini kıskanır.

bu iki duruma göre de çocuk karşı cins ebeveynine karşı bir hayranlık ve aşk hissettiğinden, hemcinsi olan anne ya da babasına karşı da yoğun kıskançlık duyar.
kız çocuklarının annesinin eşyalarını giymesi, annesi gibi makyaj yapmaya çalışmaları, annelerini taklit etmeleri elektra kompleksinden kaynaklanmaktadır bu kurama göre.

hatta dil sürşmesi dediğimiz, ileriki yıllarda kişinin eşine yanlışlıkla anne ya da baba demenin de bu evreden kaynaklandığı söylenmektedir.

4-latent (gizil) stage
6 yaşından yaklaşık 11 yaşına kadar süren evre gizil evre olarak isimlendirilir. bu dönemde bilişsel gelişim daha ön plandadır. cinsel dürtülerden daha baskın değişimler, gelişimler olur. ergenlikte cinsellik tekrar ortaya çıkar ve yeni bir aşamanın başlangıcını belirler.

5- genital stage
11 yaş ve sonrasına yani ergenliğe denk gelen çalkantılı dönemdir. diğer dönemlerde ortaya çıkan karmaşalar bu dönemde yeniden alevlenir ergen birey bunları çözmeye uğraşır. ilk üç dönem pregenital dönemler olarak adlandırılır. freud’a göre bireyin kişilik gelişimde bu dönemler özellikle önem taşımaktadır

bu kurama göre bir evrede gelişen saplantı diğer evrelerde devam eder. çözümlenemeyen sorunlar sağlıklı geçişleri engeller.

kohlberg ahlak gelişimi, piaget’in ahlak kuramının aslında yeniden anlamlandırılmasıdır. kohlberg, bu kurama dayalı olarak kendi kuramını geliştirmiştir. kohlberg, piaget’in ahlak kuramındaki temel doğrulara bağlı kalmasıyla beraber, ahlaki ikilem içeren bazı hikayeler kullanmıştır. bu hikayelerde, bireyin davranışları ”doğru – yanlış” cevaplarıyla ilişkilendirilir. fakat kohlberg ahlak gelişimi kuramını ”doğru – yanlış” cevaplarına göre değil, bu cevaplara yapılan açıklamalarla ortaya çıkarmaktadır.

kohlberg’e göre ahlaki evreler düzenli bir sıra izlemektedir. bir sonraki evreye ancak bir önceki evre sindirilince geçilebilir.

1. gelenek öncesi düzey
ceza ve itaat eğilimi
saf çıkarcılık (araçsal ilişkiler eğilimi)

2. geleneksel düzey
iyi çocuk eğilimi (kişilerarası uyum)
kanun ve düzen eğilimi

3. gelenek sonrası düzey
toplumsal sözleşme eğilimi
evrensel ahlak ilkeleri eğilimi

the upper crust pizzeria

geçen gün erkek arkadaşımla zomato'daki 4.9 puanına bakıp bebek'teki şubelerine gittik. bebek sahilden biraz daha içeride kalıyor sanırım.

pizza fiyatlarında biraz indirime gitmeliler bence. sadece sebzeden oluşan bir pizzanın 50 küsür lira olması bana biraz abartı geldi. daha önce hiç gitmediğimiz için pizzanın boyutları hakkında bir fikrimiz yoktu lakin yorumlarından çok ince olduğunu okuyup large boyunu söyledik, 8 dilim tabii ki bana çok geldi ve 4 dilimini erkek arkadaşıma iteleyip 12 dilim pizza yemesine sebep olmuş olabilirim. tabii bunun sonunda da bebek sahilden yeniköy sahile kadar 1-1.30 saat yürüyüp biraz sindirelim dedik.

aslında menüde çok fazla çeşit var ama ben damak zevkime göre birleşmiş bir pizza bulamadım. ama buradan öğrendiğim en iyi şey seçecek pizza bulamıyorsan margarita alıp üzerine istediğin malzemeleri eklemek.

mekan iyi güzel lakin 45 50 lirayı hak edecek pizzalar değil bunlar.

huzur

huzur nedir, tdk huzuru, "dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç" olarak tanımlıyor. ama bence, bazı kelimeler bazı anlamlara gelmiyor zaman zaman. bazı kelimeler vardır, anlamı kişiden kişiye göre değişir, her insanda farklı anlamlar, farklı çağrışımlar uyandırır. bana göre ise, yine huzur kelimesine çok fazla anlam ve "an" sığdırabilirim.

çoğu insan, getirdiklerinden dolayı aşkın huzursuzluğa yol açtığını savunur, yıpratır der, bitirir der. ı-ıh, değil. aşk çok güzel bir şey, getirdiği huzura bayılıyorum.

huzur, şey olmalı; sevdicekle sarılıp uyumak, uyurken nefes alış verişini duymak, nefesini teninde hissetmek. yanında olduğunu görmek, derin derin nefes alarak ağız kulaklara varmış şekilde uyumak, uyandığında kolları sana sarılı şekilde olmak. bakın bunlar hep huzur.

ha, mesela şey de olabilir. başını omzuna koyup bir şeyler izlemek, dinlemek. mesela bu hafta sonu, uzun zamandır gitmeyi çok istediğim, aşık olduğum adamla birlikte gittiğimiz, her ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsak da, birsen tezer konserinde birbirimize sarılıp şarkılara eşlik etmek... en çok istediğim bohemian rhapsody filmini birlikte izlemek, birlikte hüzünlenmek, birlikte gözyaşı dökmek, bunlar hep kişisel huzur tanımı işte.

ııı şey de olabilir, birlikte yemek yemek... kendi ellerinle sevdiceği beslemek, sevdiği şekilde yedirmek, arada "allahım ne tatlı çocuk, aklımı yitiriyorum galiba" diyip tekrar ağzına patates kızartması sokmak. bunlar aşırı huzur ya.

birlikte yağmurda yürümek, istiklal'de, galata'da gecenin bir yarısı el ele, göz göze gezmek, onun sana tatlı tatlı rehberlik yapması, her lafından sonra öpmek istemek falan bunlar da huzur mesela.

melankolik olan şahsın, aşık olduğunu, hatta deli gibi aşık olduğunu, anladıktan sonra, içinde huzursuzluk ve mutsuzluktan tek bir kırıntı bile kalmaması, e bunlar da huzur.

geleceğe dair gönül rahatlığı ile planlar yapabilmek, yılbaşında yapacağımız sıcak şaraptan, yapacağımız yemeklere kadar... çok huzur annecim.

sana baktığında içinin erimesi, mimiklerinin her birine aşık olmak, birlikte yaptığınız her şeyden zevk almak, üstelik yemek yerken abuk subuk şeyler izlemek de dahil buna. göklerden gelen bir huzur vardır.

konuşma başlarında, daha birbirinizden bahsederken, bulduğunuz ortak noktaları, ansızın bir gece yarısı "geçmiş mesajları bir okuyayım" dediğinde daha çok fark etmek, aylar önce anlattığın, vizyona girmesini beklediğin filmi aylar sonra birlikte izlemek, aylar önce gösterilen tadımlık şarapları aylar sonra birlikte içmek... daha nasıl yapabilirim ki huzurun tanımını?

birine güvenmek, bu güvenden pişman olmamak, hatta paylaşılan anların hiçbirinden pişman olmamak... sürekli karşılıklı mutlu etmeye çalışmak, sokakta yürürken başına bir şey gelecek diye sakınmak, tekrar tekrar göreceğin anları iple çekmek, artık dayanamıyorum ya, nasıl başa çıkacağım bununla dediğin tatlı hasretler çekmek, bunlar tatlı huzurlar zannımca.

en önemlisi, aklından hiç çıkmaması aşırı dinginlik veriyor. ne yapıyor, ne ediyor, yemek yedi mi acaba, ya bir şey olursa soruları biraz gerginliğe yol açsa da, iyi olduğunu düşünmek dinginliğe tuz biber oluyor, tadından yenmiyor.

izlediğin, gördüğün her şeyde onu ve kendini onların yerine koymak... o çok tutkulu aşk filminde başrollerin siz olduğunu düşünmek, yoldan geçen çiftlerin aynı siz gibi olduğunu düşünmek, sürekli birlikte olunan ve olunacak anlar için hayaller kurmak... bunlar huzurun getirdiği mutluluk.

birlikte gidilecek konserlere doyamamak... mesela bu hafta sonu hem yeni türkü hem de ikinci kez hüsnü arkan konserine gideceğiz. birlikte bir şeyler yapma fikri bile insana huzur veriyor. huzurun karekökü aşk bence.

aşık olmak huzur veriyor, mutluluk getiriyor, size daha önce tatmadığınız duygular yaşatıyor. kendiniz gibi olmayı/davranmayı, hoş görüyü, paylaşmayı, bölüşmeyi öğretiyor. sizi siz yapıyor. aşk çok güzel bir basamak, aşık olmak olağanüstü, siz de gelsenize!

galatasaray üniversitesi hukuk fakültesi

aklıma hep lisedeki hiçbir şeyi beğenmeyen arkadaşımı getirir. çünkü arkadaş en son ankara hukuk da neymiş falan diyordu. çalışmadan galatasaray hukuku kazanabileceğini falan düşür 5 10 günde bir gelip galatasaray hukuk ilk 70 kişiyi alıyormuş der giderdi. şu sıralar ne yapıyor, nerede okuyor çok merak ediyorum doğrusu. hatta sınıftaki herkes şu an kızın ne yaptığını merak ediyor, kız fena sekilde izini kaybettirmiş.

galatasaray hukuk kazansa şu an her yere yazardi eminim, saçma bir yerde okuyor olabileceğinden endişeleniyorum.

b12 vitamini eksikliği

üzerine bir de kansızlık, demir eksikliği, folik asit eksikliği vs de eklenince bildiğin yaşayan ölü oluyorsunuz. en son şiddetli ve 2 haftadır geçmek bilmeyen baş ağrısı için nörolojiye gittiğimde, b12 testi yapmıslardı ve doktorum güzelce bir azarlamıştı. kırmızı et yemiyorum diyince daha da katlanmıştı tabii ki, çünkü b12 değerim 220ye düşmüş. ilaçlarla asla toparlanamayacağını söyleyip 10 tane b12 iğnesi verdi ama sadece 1 tanesini yaptırdım. şu sıralar daha da düşmüş olabilir tabii ki, inanilmaz baş ağrılarım ve çeşitli sorunların başka bir kaynağı yok gibi...

ekseriyetle kaçınınız.

into the night

çok sevdiğim benny mardones parçasıdır kendileri. geceleri o sessizlikte bu şarkının ritmi harika gider.


It's like having a dream
Where nobody has a heart
It's like having it all
And watching it fall apart

And I would wait till the end of time for you
And do it again, it's true
I can't measure my love
There's nothing to compare it to
But I want you to know

https://youtu.be/4aWhn0Hc8ps

şu an dinlenen şarkının en güzel cümlesi

A Sunday smile and we felt true.

yazarların şu an dinlediği şarkılar

https://open.spotify.com/...si=9OYlA9uURdejXBbnSwRMXA

barclay james harvest - poor man's moody blues

gecenin şarkısı

nilüfer - kar taneleri

alıcı kuşlar gibi başımın üstünde dönüp durmayinın
kol kola girip
yalnızlığımı vurmayın yüzüme kar taneleri

ah, özledim hem de çok özledim
ezberledim beklemeyi
yollar benim umudumdur
yolları kapatmayın
yağmayın yollarıma
durun kar taneleri.

ilhan geçer

attila ilhan öncülüğünde toplanan, içinde orhan duru, ferit edgü'yü barındıran, garip akımı'na ve orhan veli'nin şiir anlayışına karşı çıkan, şairane bir sanat anlayışını benimseyen, adını dergiden alan, maviciler olarak adlandırılan ve attila ilhan'ın "sosyal realizmin münasebetleri yahut başlangıç" adlı makalesiyle bu karşı çıkışı dile getirdiği dönemde hisar dergisi etrafında toplanan hisarcılardandır.

ilhan geçer, "sanatçının dili yaşayan dil olmalıdır, sanatçı bağımsız olmalıdır, sanat milli olmalıdır ve sanatta yenilik esastır" ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalan, kendilerini, diğer topluluklara karşı (toplumcu gerçekçiler, birinci yeniciler, maviciler, ikinci yeniciler) türk şiirini ve dilini koruyan yegâne "kale" olarak gören hisarcılar topluluğunun, cemil meriç, mustafa necati karaer, faik baysal, mehmet çınarlı, munis faik ozansoy gibi bir neferidir.

gelenekçidirler, türk şiir geleneğinin yıkılmasına karşıdırlar. özellikle 1940'tan sonra şiir ile ilgili görüşlerini "garip" adlı kitabın önsözünde açıklayan, şiirde her türlü kurala ve kalıplara, ölçü, uyak, dörtlüğe karşı çıkan, konuşma diline yönelen ve şiirlerinde günlük hayat, ekmek derdi, yaşama sevinci vb konuları işleyen, deyimler ve halk deyişlerini sıkça kullanan, işledikleri konular sebebiyle dadaizm'e kayan, serbest şiir yazan garipçilere ve anlama değil imgeye kapılarını sonuna kadar açan, konuşma diline uzak kalan, aydın kesim ve elit tabakaya hitap eden, edebi sanatlara özgürlük tanıyan ve "folklor şiire düşman" sloganını geliştiren, içinde turgut uyar, ülkü tamer, ece ayhan ve ilhan berk'i barındıran ikinci yeniciler’e tepki göstermişler ve milli duyguları, manevi değerleri öne çıkaran bir edebiyattan yana olmuşlardır.

türk kültürüne, diline, şiirine, edebiyatına emeği geçmiş değerlerin yaşatılmasını isterler. hem nazım hikmet’in başlattığı toplumcu gerçekliğe, hem orhan veli’nin garip hareketine hem de ikinci yeni şiirine karşıdırlar.

hüzzam beste, büyüyen eller eserlerinden ikisidir. ayrıca "senin en güzel yerin, kahverengi gözlerin" mısrasının geçtiği ve bestelenen şiirin sahibidir.

hüzzam bestesinde ise şöyle bir dörtlük yer alır:

"bizim de sevdiğimiz şarkılar vardı
yeşil gecelerde dinlediğimiz
dalgalar söylerdi, rüzgâr söylerdi
sonra o şarkılar tükeniverdi
sen dönmedin gittiğin ötelerden
beklerim her gün bu sahillerde mahzun böyle ben"

knut hamsun

"1885'de mark twain üzerine bir yazısındaki imzası knut hamsund, bir dizgi yanlışı yüzünden d'siz, knut hamsun olarak çıkmış, o da bunu düzeltmemiş. o tarihten, o yazıdan sonra ismi knut hamsun olmuş"

dünyaca tanınmış norveçli yazar knut hamsun, büyük etkiler bırakan açlık romanının yazarı. bu kitabı amerika'ya ikinci gidişinden dönüşte, 1888'de oslo'da yazmış.

göçebe adlı eseri ile de nobel ödülünü kazanmıştır.

ilk gidişi de şöyle oluyor amerika'ya: noelde bir arkadaşı hamsun'u çiftliğine çağırıyor. arkadaşının annesi hamsun'a rahip olmasını salık veriyor ama onun amerika'ya gitmek istediğini öğrendiklerinde, gidebilmesi için ona ödünç para veriyor ve uzun bir yolculuk sonucu amerika'ya ulaşıyor. bir artırmada yüksek sesle konuşurken göğsünde acı bir sancı duyuyor ve yere yığılıyor. acilen doktora götürüyorlar ve diğer belirtilerle birlikte, öksürük nöbeti ve kan tükürmek, verem teşhisi konuyor ve birkaç aylık ömrünün kaldığını söylüyor doktor. ölürsem norveç'te öleyim diyerek tekrar norveç yolu tutuyor ama yolda iyileşiyor.

mükemmel bir hayat yaşamıyor, hayatını küçük işlerden kazanıyor. yazdığı küçük hikayeler yayınlanıyor kitapçılar tarafından. daha sonra bir aşk hikayesi yazıyor, yanında çalıştığı tüccarın kızına olan aşkının. ama bu sefer kitapçilar bunu yayınlamaya yanaşmıyor. kitabını bastırabilmek için bir zenginden para istiyor, erasmus zahl. ama yine de kimse bu hikayeyi basmamış, parasıyla öylece kalakalmış ama boş gezdiği için parası da tükenmişti. sonra kendisine bir oda tutuyor ve gündelik işler yapmaya başlıyor, kum ocağında katiplik. aralarda sürekli kitap okuyormuş ve artık uzun cümleler kurabildiğini fark etmişi. tanıştığı bir rahip, ona konferans vermesini öğütlemiş, 22 yaşındayken verdiği bu konferansta sadece 6 kişi varmış. bir gazeteci sayesinde konferans yeniden veriliyor ve bu sefer de sadece 7 kişi katılıyor. sonra ilk amerika macerası ve dönüşü.

norveç'te yapamadığını fark edip tekrar amerika'ya dönüyor ve tramvaylarda biletçilik, tarlalarda ırgatlık yapıyor. artık yazmaya başlamalıyım diyor ama avrupa'ya dönmek istiyor, bir yoksul olmak pahasına da olsa. bir konferanstan sonra 1888 yazında dönüş yoluna çıkıyor ve vapur küpeştesinde bir gece sıtma nöbetine tutuluyor. açlık sayıklamaları, belleğini bir zamanlar nasıl bastırmışsa yine öyle güçlü kuşatıyor. elinde bir kurşun kalem ve bir kağıda, açlık romanının da ilk sözleri olan şu cümleyi yazmış:

"yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediğu o garip şehir kristiania'da aç açına sürttüğüm günlerdeydi...
tavanarasında uyanık yatıyordum. alt katta bir saatin altıyı vurduğunu duydum. hafif aydınlanmıştı ortalık, merdivenleri inip çıkmaya başlamıştı insanlar..."

daha sonrasında tamamladığı bu romanı bir gazetenin yazı işleri müdürlüğüne götürüyor. bu müdür, olanları daha sonra şöyle anlatıyor:

"ondan daha düşkün bir başka insan pek az görmüşümdür! düşkünlüğü elbisesinin yırtık pırtık oluşundan ötürü değildi yalnız. ya o yüzü! müsveddeyi geri veriyordum kendisine, çok uzundu. ama birdenbire kelebek gözlüğü gerisinde gözlerini, gözlerindeki ifadeyi gördüm. geri çeviremezdim, hiçbir sey diyemedim."

brandes okudukça daha da etkilenmiş ve basılması için ny lord dergisine vermiş bu sayfaları. açlık romanından parçalar, böylece ilkin 1888'de yazarın adı verilmeyerek bu dergide yayınlanmış oluyor.

dilimize on romanıyla bir hikaye kitabı çevrilmiş olan knut hamsun, 19 şubat 1952'de ölmüştür.

ayrıca bu nadide eseri:açlık dilimize çeviren kişi de edebiyatımızın evler şairi olarak bilinen edebiyatçısı behçat necatigil'dir

uzun bir sms karşılığı olarak ok cevabı almak

uzun bir mesaj sonucu cevap alamayıp köprüleri yakmak bunun bir tık üstü sanırım. bi anda birbirimizin hayatından çıktık

gecenin kitap alıntısı

felsefe, benim sözcükten anladığım şekliyle, teoloji ile bilim arasında bir şeydir. teoloji gibi, hangi kesin bilginin şimdiye kadar aslı öğrenilemez olduğuna ilişkin konularda spekülasyonlardan oluşur ama bilim gibi, geleneğin ya da vahyin otoritesine değil, daha çok insan aklına başvurur. o yüzden benim de ileri sürdüğüm üzere, her kesin bilgi bilime aittir; kesin bilgiyi aşan şeylerle ilgili tüm dogmalar teolojiye aittir. ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir tarafsız bölge vardır, bu tarafsız bölge felsefedir. spekülatif zihinlerin en fazla ilgisini çeken soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür ve öyleyse, zihin nedir, madde nedir? zihin maddeye mi bağlıdır yoksa bağımsız güçlere mi sahiptir? evrenin bir birliği ya da amacı var mıdır? bazı hedeflere doğru mu evriliyor? gerçekten doğanın yasaları var mı yoksa yalnızca doğuştan düzen aşkımızdan ötürü onların olduğuna mı inanırız? insan, astronoma göründüğü gibi, küçük ve önemsiz bir gezegenin üzerinde güçsüz bir biçimde sürünen ufacık bir katışık karbon ve su topağı mıdır yoksa hamlet'e göründüğü gibi midir? aynı anda ikisi de olabilir mi? soylu ve adi olan yaşam tarzları beyhude midir? soylu olan bir yaşam tarzı varsa bu yaşam tarzı neye dayanır ve ona nasıl ulaşırız? iyi olan değer verilmeyi hak etmek için öncesiz-sonrasız mı olmalı yoksa evren karşı konulmaz bir biçimde ölüme doğru gitse bile iyinin peşinde koşmaya değer mi? bilgelik diye bir şey var mıdır yoksa öyle görünen şey ahmaklığın düzeltilmiş son hali midir? bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir ama tam da kesinlikleri, modern zihinlerin o yanıtlara kuşkuyla bakmalarına neden oluyor. bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir.

liv tyler

çok sevdiğim aerosmith adlı grubun solisti steven tyler'in oyuncu kızı. yüzüklerin efendisi'nin elf prensesi arwen. ayrıca aerosmith grubunun çoğu şarkısının ya klibinde oynuyor ya da oynadığı bir filmden kısımlardan klip yapılıyor. birbirinden tatlı 3 tane çocuğu var. kendisini severek takip ediyorum, çok başarılı bir kadın.

didem madak

bir haftadan kısa süre önce hakkında bir şeyler yazıp, sevgimi belirttiğim kadın şairlerimizden. vefatının 7. yılı, bizden gideli 7 yıl olmuş.

umarım gittiğin yerde annene kavuşmuşsundur ve umarım artık çiçekli şiirler yazıyorsundur.

(#39882105)

geceye bir söz bırak

Hoyrattır bu akşam üstüleri daima!
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh atılan oklarla delik deşik.

gecenin şiiri

Her şey Sende Gizli - Can Yücel

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif.
Kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

nakitsizim

bir keresinde öyle bir nakitsiz an yaşamıştım ki, daha beteri umarım yoktur. yanımda nakit taşımayıp sürekli burs kartımı kullanıyordum. bir gün bir müzikalden dönüyorum, eshot kartımda sadece tek seferlik için para var, artı sistemi yüzünden izbana aktarma yapamıyorum. saat 11, telefonumun şarjı inanılmaz az. yükleme yapabileceğim hiçbir yer yok. izmirliler bilir belli saatten sonra izban, metro biter. kabus gibi bir gece. zar zor internetten kartıma yükleme yaptım ve yapar yapmaz telefonum kapandı. metrodan inip son izbana zor yetiştim. ki yurda yetişmem gerek, saat 12 son giriş. kız yurtları bu konuda biraz toleranssız da oluyor. gecenin saat 12sinde yolda trafik var, eshot 2 dakika 10 metre ya ilerliyor ya ilerlemiyor.

nakitsizim, nakitsizdim. nakitsizlik kötü biri.

interstellar

sanırım bu akşam 4.kez izledim. murphy'nin her "bugün doğum günüm, dönmek için iyi bir vakit" tarzı cümlesini kurduğunda nedense aşırı duygulanıp ağlıyor olabilirim.

düşün ki o bunu okuyor

Vazgeçtim, dön lütfen.
Bu sözler hep sitem.
Belki bu rüzgarlarda savrulup gitmişim.
Belki de gölgelerde yok olup bitmişim.

Sonrasız bir yolda,
ardımdan gel demem.
Sanki hiç görmeden her şeyi tüketmiş
Dönme de fark etmez çekip gitmişim
Sevme demiş miydin, bilmem
artık çok zor
Gerçek, içimdeki biten...